DÜNYANIN KANAYAN YARASI “GÖÇ”
Göç olgusu, yüzyıllardır süren farklı toplumsal eylemler arasında insan hayatını doğrudan etkileyen hadiseler içerinde ele alınmıştır. Göç hareketleri, sebepleri ve sonuçları bağlamında düşünüldüğünde her yıl milyonlarca insanın hayatını köklü şekilde etkilemektedir. Savaştan kaçan insanların kalkıştığı göç hareketi ile kuraklık, doğal afet ve ekonomik kriz türü olaylar sonucunda gerçekleştirilen göçlerin, farklı parametrelerde birbirini tetikleyen özellikte olduğu, uluslararası akademik çalışmaların sonucunda ortaya çıkmıştır. Ekonomik zorluklar sebebi ile yaşadığı yeri terk ederek, geçinebileceği bir şehre göç eden kadın ve erkek için koşullar düzeldiğinde tekrar yurduna dönme isteği, göçün nedenselliği içinde değerlendirilebilir. Memlekete tekrar dönebilme motivasyonunun, farklı göçmen kitleler üzerindeki etkisi ülkeden ülkeye farklılık gösteriyor. Tarihsel süreç boyunca elde edilen veriler, göç hareketinin toplumsal ve kültürel etkilerini analizlerle ortaya koyma gayretinde olmuş. Abadan Unat’a göre göç olgusunu tam olarak açıklayabilecek bir kuram yoktur. Farklı toplumbilimciler tarafından göç hareketinin nedenleri birbirinden ayrı sebeplere dayandırılmıştır. ( (Abadan Unat, 2002: 5 ) Genel olarak göç olgusuna bilim insanları küçük ve büyük sebepler arasında iki ana gerekçe ile göç olgusunu temellendirmişlerdir. Genel kanıya göre göçe yön veren faktörler, ekonomide yaşanan değişimler ve siyasi yapıdan kaynaklı olaylar, göçmenlere ait kaynaklar ve anlayış tarzı ile mikro tabanlı etmenler olarak görülmektedir. (Giddens, 2008: 570)
Göç kaynaklı yaşanan sorunlara, insani yardım hareketleri ve sosyal hizmet kuruluşları, küresel ölçekte oluşturulan tüm verileri paylaşarak, çözümler üretmeye devam ediyor. Göç etmeğe mecbur kalmış insanların yeni hayatlarında yaşayacakları zorluklar, ülke, toplum, coğrafi yapı ve ekonomik imkanlara göre farklılık göstermektedir. Göçmen kadınların yaşadığı toplumsal ve ekonomik zorluklar, göçün kadınlaşması kavramı ile ele alınıyor. Göç eden insanların yarısının kadın olması, bu kavramın doğmasına sebep olmuştur. (Sharpe, 2003:1) Göç sonrası dünyanın pek çok ülkesindeki nüfus oranlarında ciddi artışlar oluyor. Çünkü göç olgusu, yurttaşlığı, aileyi, kadın erkek ilişkisini ve aidiyet duygusunu doğrudan etkiler ve değiştirir. Toplu göç içinde yer alan kadınların yeni hayatlarına alışmak için ilgili ülkenin göç politikası belirleyici bir unsurdur.
Gerek ekonomik nedenlerden ötürü olsun gerekse toplumsal olaylar sonucunda gerçekleşsin, göçün insan hayatını doğrudan ve kalıcı olarak etkilediği tarihsel bir gerçektir. Şehirlerdeki hızlı nüfus artışı ekonomik sorunların yanında siyasi kamplaşmalarında meydana gelmesine sebebiyet vermektedir. Sanayi devrimine kadar, tarihsel olayların yön verdiği göç hareketine, sanayi devriminden sonra daha çok ekonomik gelişmeler yön vermeye başlamıştır. (Keleş, 1983: 6 ) Yirminci yüzyılın başlarına kadar göç, erkek eksenli bir olgu olarak ele alınıp değerlendirilmiştir. Bilim insanlarının göç etmesi, tacir ve iş insanlarının göç planı, toplu göç eylemleri, hep erkek ekseninde ele alınmıştır. Yirminci yüzyıl ortalarında bahsedilmeye başlanan kadın göçmenler bu süreç içerisinde de yine erkeğin yanındaki yardımcı öge olarak ele alınmıştır. Genel değerlendirmeye göre erkek isteyerek ve planlayarak göç eden; kadın ise onun yanında istemeyerek, mecburen göçe katılan pasif karakter olmuştur. Bu anlayış, göçün tüm yönleri ile ele alınmasını olanaksız kılmıştır. ( Abadan Unat, 2002: 5 )
GÖÇ HAREKETLERİNİN SEBEPLERİ
Kitle iletişim araçlarının yaygınlaşması, insanların farklı hayatlar hakkında elde ettikleri bilgiler, daha iyi bir hayat sürme istekleri, göçlerdeki etkin faktörler arasında sayılır. (Sencer, 1979: 28) Örnek olarak güney yarım küreden, kuzey yarım küreye, doğu ülkelerinden batıya doğru büyük çaplı göç hareketleri verilebilir. Toplumların sahip oldukları hayat dinamiklerinin eksilmesi ya da yok olması, göç eylemine hız veren olaylar arasında sayılır. Mevsimsel göç, işçi göçü, beyin göçü, mültecilik ve kültürel göç kadın ve erkek fark etmeksizin bir insanlık olayıdır. Göçün farklı kültür ve inanışlardaki etkileri farklılık gösterir; bu farklılık, göç eyleminden kaynaklanmayan bir durumdur, göç sonucu başlanan yeni hayat, etnik kültür ve inanışların tabiatından kaynaklanan dirençle karşılaşır ve ortaya bir çatışma çıkar, bu çok doğal bir hadisedir. Kitlesel göç sonrası, yeni hayata adapte olabilme süreci, geniş bir araştırma konusudur. Bu, göç sonrası yeni yerleşim bölgesindeki hayatın sosyolojik verilerinden gözlemlenebilir. Göçmen işçilerin sorunları, işsizlik, eğitim ve sağlık problemleri göçmen sorunları kapsamında uluslararası insani yardım kuruluşlarının raporlarında yayımlanmaktadır. Göç eylemi farklı sebepler ile başlasa da (işçi göçü, beyin göçü, afet sonrası kitlesel göç vs.) karşılaştığı toplumsal sorunlar ortaktır. Dünyayı bir bütün olarak ele almak, göç hareketlerinin tarihsel bir süreçte evrensel sebeplerinin olduğu düşüncesini ortaya çıkarabilir. (Ünal, 2014, s. 66).
Göçler sosyal, kültürel, ekonomik ve siyasi hayatı köklü olarak değiştirebilir, Mülteciler yeni yerleşim bölgesinin şartlarına uyum sağlamada gayret gösterseler de göç öncesinde yaşadıkları travmatik olayların bunu zorlaştırdığı düşünülmektedir. (Ekşi, 2009, s. 70-76).
Göç, ortaya koyduğu değişim nedeniyle hem göç alan hem de göç veren ülkelerin sosyoekonomik yapılarında mutlak değişimler yaratmaktadır. (Duleep, 1994, s. 29). 2020 yılı itibariyle dünyada toplam göçmen sayısının 272 milyon olması, (IOM 2020) çağımızın “göç çağı” olarak adlandırılmasına sebep olmuştur. (Ünal, 2014, s. 66). Toplu göç hareketleri ile göç alan yerin demografik yapısı derinden etkilenmektedir. Dünya genelinde meydana gelen savaşlar, salgın hastalıklar, afet ve siyasi sorunlar sebebiyle binlerce insan, her yıl yaşam alanını değiştirmeye devam ediyor. 2018 yılında yayımlanan dünya göçmen araştırma raporunda, kendi ülkesinin dışında yaşayan insan sayısının 258 milyon olduğu açıklanmıştır. (www.amerikaninsesi.com). Dünya üzerindeki Göçmen oranının dörtte üçlük bölümü, Suriye, Afganistan, Güney Sudan, Myanmar, Somali ülkelerinden göç edenlerden oluşturmaktadır. (www.unhcr.org).bu 258 milyonu aşan göçmen sayısı II. Dünya savaşından günümüze ulaşılan en yüksek göçmen sayısı olarak kayıtlara geçmiştir. Avrupa kıtasına göç eden insanların genellikle geldikleri bölge, Kuzey Afrika, Ortadoğu ve Afrika ülkeleridir. Özellikle gerek Amerika, gerekse Avrupa’ya tarım üretimde çalıştırılmak için getirilen siyahi köleler, küresel göç dalgası içindeki en kapsamlı göç hareketidir. (Williams, 1944: 51-52). En fazla göç veren ülkeler sırasıyla, Suriye, Demokratik Kongo, Myanmar, Somali, Sudan, Brundi, Orta Afrika Cumhuriyeti’dir. Türkiye, yaklaşık 4 milyon mülteciye ev sahipliği yaparak, en fazla göçmen barındıran ülkeler arasında ilk sırada yer alır. (www.unhcr.org). Türkiye’nin dışında, Pakistan, Uganda, Lübnan ve İran da yine en çok göçmen barındıran ülkelerdir.
Göçmenlerin bulundukları ülkenin sosyokültürel ve ekonomik yapısını değiştireceğinden dolayı, Avrupa Birliği Türkiye ile göçmen ve sığınmacıların Türkiye ile Suriye arasında bir bölgede ikamet ettirme anlaşmasına yönelik görüşmeler yürüttü. 18 Mart 2016 yılında yapılan anlaşma çerçevesinde Yunanistan’ın sığınma talebini geri çevirdiği göçmenleri Türkiye iade alacaktır. AB’nin bu anlaşma çerçevesinde Türkiye’ye yapacağı yardım 3 milyar Euro idi. Ayrıca Türk vatandaşlarının Avrupa ülkelerine vizesiz girebilme hakkına sahip olması, AB tarafından verilen bir diğer taahhüttü. Göç, bir yöne doğru yapılan toplumsal hareket olarak değerlendirilse de, çok daha fazla yöne sahiptir. Yurt dışına giden işçilerin kazandığı dövizleri kendi ülkelerine getirmeleri sonucunda yaşanan refah ve azalan işsizlik oranı, göçün olumlu yansımasıdır. (Weiner v Munz, 1997: 2) Göçmenlerin göç ettikleri ülkede sadece üretime katılmaları ve kazançlarını o ülkede harcamadan kendi ülkelerine getirerek, ülkelerinin istihdam yatırım fırsatlarına destek vermeleri, göçün ekonomik sonuçlarından fayda seviyesi en yüksek olan modelidir. ( Chimhowu vd, 2005, 95,96) Ayrıca göç ettikleri ülkenin kültürel yapısını kendi ülkelerine tanıtarak, gönüllü kültür elçiliği yaparlar. Uluslararası göç hareketlerinde, hedef ülkeler kadar, geçiş noktası konumundaki ülkelerde süreçten etkilenir. Geçiş noktası olan ülke göç sürecinde coğrafi kaynak ve yasadışı yerleşim bölgesi olma tehlikesi olma tehlikesi yaşar. (Şemşit, 2018)
Hedef ülkeye geçmek isteyen göçmenler transit ülkeyi belge düzenleme, para biriktirme, sınırı geçebilme, gerekli iklim ve hava koşullarının oluşmasını beklemek için değerlendirir. Bu olay uluslararası insan kaçakçılığının oluşmasına zemin hazırlar. Kaçakçılar, göçmenleri, para ve ürün taşıma konusunda kötü niyetle kullanır. (Andreas) 18 Mart 2016 tarihli Türkiye ile AB arasında yapılan mülteci anlaşmasının bir maddesi de göçmen kaçakçılığı ile ortak mücadeleyi konu edinir. Bu mücadele kapsamında ortaya konan çabanın yetersizliği, 2018 ve 2020 yılları arasında gittikçe artan kaçak geçiş oranlarından anlaşılmaktadır. (www.goc.gov.tr)
Bir yanıt bırakın