Osmanlı imparatorluğunun devamı olan Türkiye Cumhuriyeti, monarşi idaresi altında şekillenmiş toplum yaşamını, seküler yaşamla uyumlu bir toplum modeli olarak, yeniden düzenlemenin yollarını aramıştı. Büyük değişim sürecini başlatan İnkılap ve devrimlerin temelinde, Batı referanslı modern bir toplum inşa etme gayesi yer alıyordu. Yeni bir toplum yaratma çabası içinde 100 yılı geride bırakan Türkiye Cumhuriyeti, bugün, kendini modern olarak tanımlayan seküler düşünceli insanlar ile dindar olarak kendini tanımlayan muhafazakar insanlardan oluşuyor. Günümüz Türk toplumunun, iki farklı yaşam modeli etrafında kutuplaşması, Kızılcık şerbeti ve kızıl goncalar dizilerinin ekrana gelmesinin ardından yeniden gündem oldu. İmparatorluktan modern Cumhuriyet rejimine geçen toplumun yaşadığı sancılar, 1990’lı yıllardan itibaren ülkenin sosyolojik sorunlarından biri olarak, sürekli gündemde olmaya devam etmiştir. Aynı zamanda Şerif Mardin’in muhafazakar toplum üzerine yaptığı çalışmalar ve geliştirdiği argümanlar da sık sık atıfta bulunulan kavramlar halini aldı. Kitap okuma oranının oldukça düşük olduğu Türkiye’de toplumsal sorunları tartışmaya açmanın en kolay yolu dizi filmler üzerinden vurgulanan mesajlara yüklenmiştir. Kızılcık şerbeti ve Kızıl Goncalar dizilerindeki karakterlerin dindar ve seküler olarak ayrılması ve hayatlarının her noktasında buna yapılan vurgular, bu konuya çarpıcı bir örnektir. Kapitalist anlayışa sahip dünyanın getirdiği tüketim ve konfor merkezli hayatın hem seküler hem de dindar insanlar üzerindeki etkileri oldukça benzerdir. Sohbetlerin ve münazaraların azaldığı günümüzde diziler, artık sosyal meselelerin tartışıldığı platformlara dönüştü.
Kavramsal açıdan sekülarizm
Sekülarizm ya da diğer bir deyişle sekülerizm, toplum yaşamının diğer dini amaçlardan daha çok, dünya hayatına dönük olması gerektiğini savunan yaşam biçimidir. Sekülerizm düşüncesi, dini referanslı, sosyal, hukuki ve siyasi yaşama itiraz eder. Dünyada daha güncel ve insanların kendi kararları doğrultusunda bir yaşam formu kurmaları gerektiğini salık verir. Monarşi sonrası toplum hayatı tasarlanırken ön plana çıkan sekülerizm, içinde birçok farklı ideoloji ve teori barındırır. Şerif Mardin, 19 ve 20. yüzyıllarda İslam’ın gerilediğine ve sekülarizmin zirveye oturduğuna olan inancın geçersiz olduğunu savunmuştu. ( Mardin, Türkiye, İslam ve Sekülarizm s. 43) Fransız devrimiyle birlikte kendini çok daha fazla hissettirmeye başlayan seküler dünya düşüncesi, kapitalist tüketim toplum modelini de içine alarak varlığını kuvvetle devam ettiriyor. Dini inançlarını kati surette yaşamak isteyen insanların, içinde bulundukları toplum yaşamında nasıl yer tuttukları, seküler hayatı benimsemiş insanların mirasçısı oldukları tarihe ne kadar yabancılaştıkları, Kızılcık Şerbeti ve Kızıl Goncalar dizilerinde açıkça görülebiliyor. Televizyonun sosyal yaşamın önemli aktörlerinden biri olduğu günlük hayatımızda, başka uyarıcı kültür materyallerine de ihtiyaç vardır. Böyle olmadıkça dizilerde gösterilen yaşamların gerçekliğini sorgulamak mümkün olamaz. Muhafazakar insanların da seküler yaşam modelinin önerdiği tüketim ve konforla pek çok noktada barışık olduğu ülkemizde, iki farklı yaşama sahip insanları birbirlerinin karşıtı gibi göstermek, kavramsal açıdan tutarlı bir görüş olarak değerlendirilemez. Türkiye, mazisi ve geleceği ile oldukça köklü bir millet geleneğine sahiptir. Dolayısıyla sosyal yaşam içinde ortaya çıkan önemli sorunları daha sağduyulu ve yol gösterici bir tutumla çözüme götürmek, akademik çerçevede tartışılması gereken bir konudur. Netice itibariyle Kızılcık Şerbeti ve Kızıl goncalar türü diziler kurgusaldır ve gerçek yaşamın dışında başka bir mecrada durur. Dizide yer alan karakterlerde gördüğümüz kişisel hatalar ve yanlışlar, tamamen onların bireysel tercihlerinin sonucudur. Bağlı bulundukları manevi değerlerle veya düşüncelerle hiçbir alakası yoktur. Suç ile hata şahsidir ve kişinin karakteri ile bağlantılıdır. Ez cümle dizi ve filmler, Konu bu noktadan ele alınarak izlenirse, çok daha sağlıklı değerlendirilebilir. İyiyi ve kötüyü nesnel bir tutumla değerlendirirken, sorunun kutsal değerler ya da saygı görmüş fikirlerle değil, tamamen bireysel hatalarla alakalı olduğu unutulmamalıdır.
Bir yanıt bırakın