AÇLIK OYUNLARI VE SURVİVOR
Modern insanın en büyük trajedisi olan, karın tokluğuna mahkum edilmiş robotik bir hayat, bugün pek çok film, dizi ve yarışmalara konu edilmektedir. Yüzyıllar boyu süren savaşlar ve iç çatışmalar yüzünden buğday tanesine bile muhtaç hale gelen insanlık, devirler değişse de makus kaderini yaşamaya devam ediyor. Merhamet ve vicdan gibi ahlakın temel dinamiklerini reddeden küresel anlayış, insanlığı kitle olgusu ile tanımlayıp sömürü düzenine hapsetti. Roma ve Makedon imparatorluklarında aristokratları eğlendirmek için başlayan ölümcül gladyatör oyunları, her çağda kendi kurbanlarını seçmeye devam ediyor. köleliğin kağıt üstünde kaldırıldığı dünyada insanlık gerçek özgürlüğün ne olduğunu tartışabilecek mi? Bunu bilebilmek çok zor. Devrimler ve ihtilaller ile yıkılan tiranlıkların ardından özgürlük hayalleri ile umutlanan topluluklar her defasında yeni despot rejimlerin ortaya çıkması sonucu hayal kırıklığı yaşamıştır. Köle savaşçı olarak kendini arenada aslanlarla çarpışmak zorunda gören insan, yoluna köle işçi, köle çiftçi ve post modern köle olarak devam etti.
İnsanlığa yalnızca distopik cehennemler vadeden tiranlar günümüz dünyasında da aynı efendi köle ilişkisinin devam etmesi için planlar üretmeye devam ediyor. 23 Mart 2012’de gösterime giren Açlık oyunları filminin ilk serisi hayatta kalmak için birbirini öldürmek zorunda olan insanların bir orman içindeki kaçışını konu ediniyordu. Fakir ailelerden seçilerek, bu kanlı oyuna götürülen insanlar, kendilerine verilen bu yaşam fırsatını elde etmek için pek çok yaşamı sona erdirmek zorunda kalıyordu. Tıpkı günümüzde işinde yükselmek için başka insanların iş hayatını sonlandıran diğer çalışanlar gibi. Filmde bu acımasız oyunun planlayıcısı olarak tanıtılan Capitol yönetimi, şiddetin ve acımasızlığın kurumsallaşmış halidir. Her yıl Açlık Oyunları’na katılmak zorunda olan yaşları 12 ila 18 arasında değişen erkek ve kız çocukları, ölümüne bir mücadelenin tam ortasına bırakılmaktadır. Aynı zamanda televizyondan canlı olarak yayınlanan bu ölüm yarışı, sanki bir spor müsabakasıymış gibi doğal bir sürece evrilir. “Yaşamak için öldürmelisin” fikrini insanlara zerk etmeye çalışan modern kapital düşünce içinde insanlığın geldiği durum, büyük bir yorgunluk ve hissizlik halidir.
Açlık oyunları romanının ilham vermiş olabileceği Survivor yarışması da yine kazanmak için diğer yarışmacılara kaybettirmenin şart olduğu bir platform sunuyor. Bireysel yaşamı körükleyen birlik ve beraberlik olgusunu küçük gören anlayışların, sosyal ve kültürel hayatlarımıza birer kara bulut gibi çöktüğünü söylemeye artık gerek bile yok. İnsan, birey olduğu kadar aynı zamanda da aile ferdi ve toplumsal yaşamın destekçisidir. Millettir, ümmettir, cemaattir, evlattır, annedir, babadır. İnsanı şerefli mahlukat mertebesinden en aşağılara kadar sürüklemeye çalışan köhne zihniyete dur demedikçe, daha pek çok açlık oyunlarına benzer kan pazarlarını seyretmek zorunda kalacağız. Vicdan ve merhamet üzerine dönen dünyanın, bu kutlu sancaklarını sökmeye, kimsenin hakkı olmamalı. İnsan, yaratılmışların en şereflisi olarak gurur ve şerefiyle dünya hayatında var olabilmeli. Bu sebeple lüks yaşam ve konfor tuzaklarını bozarak işe başlamak, mücadele için atılacak en iyi adımdır.